Kör İnsan

Kör İnsan

İnsanlar evrende başka yaşam formlarının olabileceğini düşünürler. Bu yaşam formlarını, milyarlarca galaksiyi beynimizde canlandırmaya çalıştığımızda zorluk çekeriz. Ancak, size evrende dolaşabilmenin ve bütün galaksileri gezebilmenin bir yolu olduğu söylense ne düşünürdünüz? Bedenimiz bu seyahate dayanamaz, ancak beynimizle bunu gerçekleştirebilir miyiz? Peki, nedir bu hayal kurmaktan farklı olan şey? İkisi birbirine benziyor gibi görünüyor, ancak tam olarak aynı değiller. Bir düşünün, doğuştan kör olsaydınız evreni, dünyamızı, annemizi ve babamızı nasıl tanımlardık? Görmenin ne anlama geldiğini kafamızda canlandırabilir miydik? Biz evrenimizi ve uzak galaksilerde yaşayan yaşam formlarını kafamızda nasıl canlandıramıyorsak, doğuştan kör olan biri de ışığı veya görmenin ne demek olduğunu kafasında o denli canlandıramaz. Peki, size kör olduğunuz söylense, buna inanır mıydınız? Tabii ki, insanların büyük bir çoğunluğu buna inanmayacaktır. 'Kör' isem bu yazıyı nasıl okuyorum gibi düşünceler akla gelebilir. Lütfen okumaya devam edin, anlayacaksınız. Bilim insanlarına göre insanlar, 13,5 milyar yıllık bir evrimin parçasıdır. İnsan son derece sınırlandırılmış bir canlıdır. Bunun sebebi evrimin amacının hayatta kalmak ve doğaya uyum sağlamak olmasıdır. İnsan doğası gereği boşluk doldurmaktan hoşlanır.

Boşluk Doldurmak Ne Anlama Geliyor ?

Boşluk doldurmanın daha fena bir etkisini yaşantımıza yön veren fikirlerimizde görebiliriz. Bir çoğumuz, evrenin işleyişinden arkadaşlarımızın ne düşündüğüne, bize hangi şapkanın yakıştığından dünyayı kurtaracağına inandığımız inançlarımıza kadar birçok mevzuda fikir sahibiyizdir. Her birimiz bunları ölümüne savunmasak da fikirlerimiz, karar alırken ve yeni fikirler oluştururken bizlere yön veren temel referanslarımızdır.

Ciddi ve disiplinli bir düşünme ve araştırma süreci bildiğimizi sandığımz birçok meselenin aslında bize hiç de o kadar açık gelmediğini, çoğu kez dehşet içinde fark etmemize neden olabilir. Bunun temel sebebi beynin ve beynin aracılık ettiği zihnimizin “boşluk” sevmemesi, olası her türlü bilgiyi veya fikir boşluğunu bizi rahat ettirecek bir şekilde örtbas etmesidir aslında eğer kararlarımız ve düşüncelerimiz üzerinde düşünme alışkanlığımız yoksa bu boşlukları hiçbir zaman fark etmeyebiliriz. Ve eğer kendimizi bir fikir çatışması içinde bulursak kesin olarak bildiğimizi ve inandığımızı sandığımız şeyler uğuruna her şeyi yapmayı göze alabiliriz.

Kısacası beynimizde hiçbir şey aslında “olduğu gibi” kaydedilmez. Bu durum sadece bize de has değildir; bunlar sinir sistemi olan bütün canlılarla paylaştığımız ortak özelliklerdir. Fakat bizim diğer canlılardan farkımız, bunu bilebilmemiz ve eksiklerimizi tamamlamak yönünde kafa yorabilmemizdir. Buda insan olmanın bedellerinden birisi olsa gerek…

Tutarlı Bir Hayatımızın Olmadığını Bilerek Yaşayabilirmiyiz ?

Boşluk doldurma sistemi çoğu zaman, fikir veya bedensel eksikliklerimiz hakkında rahatsız olmamızı da engeller. Bir insanın tutarlı olmadığını bilerek yaşaması mümkün olmadığı için kendi zihninde özellikle de kendi düşünce ve tutumlarına dair bir “tutarlılık illüzyonu” oluşturması gerekir. Kendini risklerden ve eksikliklerden uzak diğerlerinden daha objektif ve dürüst görme gibi özellikler bu filtreleme sisteminin meydana getirdiği taraflılığın sonuçlarıdır. Çoğu insan kendisinin ortalamadan uzun yaşayacağına inanır. Zararlı alışkanlıkların başka insanlara olduğu gibi kendisine zarar vermeyeceğini düşünür. Diğer insanların düştüğü algısal yanılgılara düşmeyeceğinden emindir ve bütün testlerde insanların çoğu diğer insanlara göre kendilerini daha objektif, daha merhametli ve daha anlayışlı beyan eder, Bunların tamamı, bu “boşluk doldurma” ve “İç illüzyon” sisteminden kaynaklanır. Derinlemesine düşünme alışkanlığı olanlar çok iyi bilirler ki birçok insanın bazen ölümüne savunduğu fikirlerinin temelleri hakkında hiçbir detaylı birikimleri ve bilgileri yoktur Neyi neden bildiğimiz meselesini inceleyen felsefedeki “epistemol

oji”dir. İnsanların çoğu doğamızda olan boşluk doldurma anlayışına yenik düştükleri için hakikat peşinde koşmaktansa boşlukları doldurmayı yeğlerler. Size kör ama kör olduğunun farkında olan insanların sözlerini aktarmak istiyorum Çağ açıp çağ kapatan tanrı ol dedi ve her şey aydınlandı. detirten 2 büyük insanın düşünce dünyalarını özetleyen sözleri 2 tarihi kişilik

Isaac Newton Ve Albert Einstein’ın Matematik Hakkındaki Düşünceleri

Matematik bizi “durumdan duruma” taşır ve onun derin, büyük ölçüde kullanılmamış ruhani işlevi de burada saklıdır. Albert Einstein bu konuda şunları yazmış “Bilimle ciddi olarak ilgilenen herkes, bir ruhun kainatın yasalarında kendini dışa vurduğuna inanır o, kişinin ruhuna bariz biçimde baskın gelen ve karşısında en sıkı gücümüzün dahi kendini zayıf hissettiği bir ruhtur.”

Isaac Newton ise bu konudaki hislerini şöyle dile getirmiştir. “ Kendimi, hiç keşfedilmemiş koca bir gerçeklik okyanusu önümde uzanırken kumsalda oynayarak mevcut an içinde oyalanırken pürüzsüz bir çakıl taşı yada olağandan daha sevimli bir kabuk bulan ufak bir çocuk gibi görüyorum.” Son olarak insanın diğer fiziksel ve duyusal sınırlamaları:

1.Antropometrik Boyutsal Sınırlamalar

Dinamik boyutlar: İnsan vücudunun belirli bir eylem içinde hareket halinde iken alınan vücut ölçüleridir bunlar hareket eden insanın yatayda ve düşeyde en fazla erişebilme uzaklıkları ile çömelme uzanma ve sürünme durumunda ulaşabilme boyutladır ve sınırlandırılmıştır. Örneğin çoğu insan dirseğini yalayamaz hareket kabiliyetlerimiz sınırlandırılmıştır. Hayatta kalmak için birçok kabiliyetimiz sınırlandırılmıştır. Doğaya uyum sağlayabilmek için işimize yarayan kabiliyetler günümüze kadar ulaşmıştır. Bu yüzden 5 adet parmağımız var 6 tane değil çünkü fazladan bir parmak maliyetli 5 parmak işimizi yeterince görüyor.  Şimdide biraz insanın körlüğüne başka konulara değinerek açıklık getirelim.

2.Duyusal Boyutlar

İnsanın 5 duyu organına bağlı, “görme, işitme, dokunma, tat alma ve koku almaya” ilişkin boyutlardır.

  • Görsel boyutlar
  • İşitsel boyutlar
  • Dokunsal boyutlar
  • Tat alma
  • Koku alma

Görsel Sınırlamar

Çevremizi algılamamızda tüm duyu organımız içinde görme duyusu önceliklidir.Gözümüz yatayda 94 derece içinde görebilir, ancak 60 derece içinde kesin ayrıntı yapabilir. 30-60 derece arasında renk ayrımı yapabilir. Düşeyde ise 27 derece içinde kesin ayrıntı yapabilir. Odaklandığımız noktaları çok daha iyi görmemizin sebebi budur. Sadece odaklandığımız noktaları net olarak görebiliriz. Diğer kısımlar tehlike sezebilecek kadar gelişmiş ama kitap okuyabilecek kadar net değildir.

Peki neden 2 göz? Şöyle ki tek gözlü olsaydık derinlik algımız olmazdı. Bu da avımızın ya da düşmanımızın bize olan uzaklığını tam olarak belirlememizi engeller ve hayatta kalmamızı zorlaştırırdı. İki göz beynimizde oluşan görüntülerin 3 boyutlu olmasında çok önemli bir role sahiptir. Milyarlarca yıllık evrim sürecinde doğada dinazorlar dahil çoğu canlı 2 gözlüdür. Bunun sebebi 1,3 veya 4 gözlü canlıların hayatta kalamamış soylarını günümüze kadar devam ettirememiş olmasıdır. Ayrıca İnsan gözü 400 ila 700nm (nanometre) dalga boyu aralığını görebilecek yapıya sahiptir. 700 nm üzeri IR (Kızıl ötesi ) ile 400 nm altı UV (Ultra viyole) ışınlarını göremez. Göremiyor olmamız bu sınırlar ötesinin boş olduğu manasına gelmez. Ki zaten doğada bu frekans aralıklarının dışını görebilen canlılar mevcuttur. Bunun gibi devam eden işitsel, dokusal, tat ve koku alma sınırlandırmaları da vardır.

Bildiklerimizi geçmiş ile kıyasladığımızda bize kabul edilebilir geliyor peki gelecek ile kıyasladığımızda ?

400 ila 700nm(ananometre) dalga boyu aralığını görebilecek şekilde evrimleşmiş gözlere sahip olduğundan bahsettik 400-700 arası olduğunu ise isaac newtonun güneş ışığını prizmadan geçirip farklı renklere ayırması sonucunda sonradan gelen bilim adamlarınında araştırmaları ile bu renklere ayrılmaları dalga modeliyle açıkladık. Daha sonra kuantum fiziğinde ışığın parçacıkmış gibi davrandığınıda gördük. Çoğu insan bunun farkında değil ama doğru bildiğimiz çoğu teori günümüzde doğru kabul ediliyor. Zaman geçtikçe bilim adamları bildiklerimizin doğruya yakın olduğunu, ama asla doğru olamayacağını, doğruya sadece yaklaşabileceğimizi, daha doğru bir fikir ortaya atıldığında mevcut olan doğru bilginin yerine geçmesi gerektiğini hatırlatıyor.

Fatih Furkan Çambel

Hello, I enjoy sharing when I learn something.

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *